24 saatte kaç şükür gerek? 21.01.2021
Süleyman Çelebi  /  Çeşni
 

Şükür, yani teşekkür etmek, kadir kıymet bilmek, minnettar olmak, iyilik karşısında hoşnut olmak, iyiliğin kıymetini bilmek, iyilik edeni iyiliği ile taltif etme, övme, iyilik edene söz ve davranışla minnettarlık duyma gibi anlamlara geliyor. Hayatımızda Allaha ve diğer varlıklara şükür diye iki kısma ayırabiliriz. Çünkü Allah’ın bize sunduğu nimetlerin sayısını bile bilmiyoruz. Diğer varlıklardan gelen tüm nimetler de zaten Allah’ın verdiği nimetlerdir.

 

Bugün Cuma, 15 Ocak 2021, hayırlı bir gün. Bir arkadaşımızın çayına bile onca teşekkür ve iltifatlar ediyoruz. Bu akşam şöyle bir düşündüm, gün içinde yaşadığım nimetler ve bu nimetlere teşekkürün neresindeyim diye. Sabah ezanında uyandım. Uyanamayabilirdim, yataktaki son gecem olabilirdi. Ama Allah uyandırmayı nasip etmiş bana, ihtiyacı altından alınan ne çok insan tanıyoruz. Yatağımdan kalkabildim, felçli değildim, lavaboyu kullanma kudreti ve sıhhati vermiş bana Allah. Sonra abdest alıp namaz kılabildim. Oysa yatağında teyemmümle kılan nice insanlar var. Cuma sabahında ailem, ölmüşlerim, milletim, mazlumlar, ülkem ve İslam alemi için dua edebildim. Kuran okumaya muktedir başladım güne. 

 

Evimde kahvaltı yapabilecek bir çok imkanla kahvaltı yaptım ailemle. Oysa bunu bulamayan, ailesini kaybetmiş, parçalanmış aileler, ne yediğinden, ne içtiğinden tat alamayan insanlardan biri olabilirdim. Sabahleyin kalktığımda soba derdine düşmeden sıcacık ortamda bunların tamamını yapıyordum. Odun bulamayan, sobası olmayan, sarılmak için battaniyesi olmayanlardan biri olsam niceydi halim benim. Biz ev ortamındayım. Rüzgarın, yağmurun, soğuğun, hırsızın ve her olumsuzluğun endişesinden emin bir evde bunları yapıyorum. Ne kadar çok nimet bir arada.

 

Televizyon haberlerine bir göz atarken, dünyadan haber alamayan, dünyayı yaşadığı belde olarak bilen, elektriği, teknolojik eşyayı ve hayatı kolaylaştırmasını bilmeyen insanlar aklıma geldi. Haberlerde depremden yok olan bir şehir olarak haberlere konu olabilirdim. Ya da ülkemizde sel, yangın, terör faciaları, nice canlara mal olan büyük iş ve trafik kazaları haberlerini de dinleyebilirdim bu sabah. Şükür haberlerin böyle bir konusu yoktu.

 

Pencereden dışarı bakınca bir aracımın olduğunu, çalınmadığını, bir nedenle yanmadığını fark ettim. Komşularımda da bir anormallik görünmüyordu, belli ki onlarda benim gibi mutlu kalktı. Onlarda bir dert olsa, benim de derdim olurdu o. Üstümü giyip, abdest ve duayla evden çıkarken bir barınağımın olması aklıma geldi. Sokaklarda kalan, Afrika gibi bir ülkede çadırlarda yaşayan biri de olabilirdim aslında. Ne güzel evinden besmele ile çıkabilmek.

 

İşime giderken, iş bulamayan, akşam eve nasıl ekmek getireceğini, kira ve diğer harcamalarını nasıl ödeyeceğini düşünüp acı çekenler aklıma gelince, işimin ne kadar kıymetli olduğunu idrak ettim. İşsizlikten ötürü ailesinin ihtiyaçlarına çözüm bulamayanlardan da olabilirdim. Yolda aracımla ilerlerken, ne kadar riskli bir hayat yaşadığımızı düşündüm. Ben yolumdan dikkatle giderken, karşıdan serseri bir araç bana ulu orta girmemesi için bir neden yok. Araç yolculuğunda saniyelerle hayata bağlıymışız meğer. Az sonra karşılaştığım ambulansın sirenine yol verirken bu sağlık sorununu yaşayan ben olabilirdim. Belki de bu gidişin dönüşü tabutla da olacak, kim bilir, Ya ben olsaydım ne olurdu? Bu kadar nimet nasıl rutinleşip farkında olmadan tam gaz gidiyoruz hayatımızda? Ne ilginç değil mi?

 

İş yerine vardığımda mesai arkadaşlarıma selam verip onların da dertsiz, tasasız işe gelmelerine bu gün ayrı sevindim. Onlardan biri gelmeseydi, işin çarkı duruyor, bir koşturma ve çözüm yolu aramak bir yana, arkadaşınızın derdi de sizi ilgisiz bırakmıyor, ona da işyerinden ilgi göstermem gerektiğini ve bu günün ne kadar karanlık geçeceğini düşünürken, iş yerimin yanmadan, yıkılmadan sistemde bir arıza olmadan çalışmasın bir diğer nimet olduğunu algıladım. Çalışmamız için beden sağlığımız ne kadar yerindeydi. Bu sağlıkla her işi yapabilmek ne bahtiyarlık!

 

Bugün Cumaydı, Covid nedeniyle evine, odasına sığınan bizler seccademizi alıp Cuma namazına gidebildik. Dışarıda da olsa Cumayı eda etmenin huzuru bambaşka. Kısıtlamayla Cuma kılamadığımız gün ne kadar da sıkılmıştık Hatta çeşitli engeller nedeniyle cumaya gidemeyip üzülenlerden biri veya inancını kaybettiği için Cumayı hatırlamayanlardan biri de olabilirdim. Bu da ayrı bir nimetmiş. Cuma sonrasında birçok dostumuzu özlediğimizi gördüm, temas kurmadan görüşmeyi bile arar olmuşuz.

 

Akşam eve dönerken eşimin verdiği market listesini marketten alıp arabaya yüklerken, insanın cebinde parasının olması, ev ihtiyaçlarını alıp çocuklarına mahcup olmaması ne ilginç bir nimet. Oysa zaman zaman çöplerden ekmek toplayan, pazarlardan sonra atık sebzeleri toparlayan, belki yılda bir kere bile böyle bir alışveriş yapamayan insanların durumunda olmamam için bir engel yok. Anladım ki fakire, yoksula, mağdura el uzatmam, onlarında evine sevinç gönderebilmem açlığını, giysisini, barınmasını, ısınmasını kolaylaştırmamı Allah bizim imtihanımıza bağladığı için ayrı bir gayretim olmalı. 

Akşam eve geldiğimde yine sıcak bir aile ortamında aynı nimet döngüsü devam ediyor.

 

Bir günün minimize edilmiş bu nimetlerine makro düzeyde baktığımızda, Covid-19’dan bir nefes için mal varlığını ortaya koyan insandan tutun, gün içinde yaptığımız işlerde organlarımızın aktif olmasına kadar binlerce nimeti daha burada zikredebiliriz. Bu nimetler her gün otomatik olarak artarak güncelleniyor, yineleniyor. Yani bir günlük bir beylik değil, her gün bey olarak yaşıyoruz. Bizden daha çok nimetler içinde yüzenler olduğu gibi, bizden çok az nimete sahip olanlar da var. Onların ki de her gün güncelleniyor Mevla’mız tarafından. Fakirin fakirliği, zenginin zenginliği devam ediyor.

 

Ne gariptir ki bu kadar sayısız nimeti her gün elimizde tutarken, bu nimetlere alışıp, kazanılmış hak olarak görüp, bunların doğal hakkımız olduğunu, elimizden kimsenin alamayacağını, bunları kendi emeğimizle elde ettiğimizi, bir teşekkür borcumuzun bile olmadığına inanır gibi davranıyoruz. Bir deprem, yangın, sel gibi felaketlerde bir gecede pijama dışında bir varlığı kalmayan birçok insana şahit olduğumuz halde böyleyiz. Fabrikalarını iflas neticesinde kapatıp, evini bile satıp kirada hayatına devam eden fabrikatörleri de. Ama biz yine de şükrümüzün farkında değiliz. Hala şikayetimiz var, hala kazancımızdan memnun değiliz, Hala görümüz zirvede. Sonra bir de bakıyoruz dört kollu bir sandıkta sırt üstü, insanların omuzunda onca nimete el sallar gibi, istemesek de kazılmış bir çukura dostlarımızca yerleştirilip gidiliyor. Bizim yaptığımız aymazlık, şükürsüzlük, bu çukurdan ders çıkartamadan sevenlerimiz aynı yola devam ediyor.

Bendeki bene ne diyeyim. 24 saatte binlerce nimete, yok bir şükür. Böyle nankör benin yüzüne tükürsem azdır. Allah bendeki benle baş başa bırakmasın beni, O’nunla olmayı nasip etsin bana, sana, ona, bize, size, onlara…