Akıl tutulması mı, akıl kilitlenmesi mi? 19.11.2020
Süleyman Çelebi  /  Çeşni
 

Akıl insanı diğer varlıklardan ayıran en önemli fark. İnsanın düşünmesini, eğriyle doğruyu ayırt etmesini, üretmesini, ihtiyaca göre çare üretebilmesini, icatlar yapmasını, güzel veya çirkin işlere yönelmesinde karar vermesini sağlayan, parayla sayıtın alınamayacak bir cevher. 

Bazen çok fazlası da zarar, eksiği de. Bazen akıl kafada yük olarak taşınan bir ağırlık olabildiği gibi, bazen de insanı roket gibi fişekleyen niteliğe de haizdir. Elle tutulmasa da, ağırlığı, ebadı, şekli görülmese de onsuz edemediğimiz kıymet.

Bazen muhataplarımızda veya toplumda hiç yapılmaması gereken bir işi yapan, büyük hataların peşinden koşan kişiler için konuşmalarımızda bazen kullanırız, “Sen akıl tutulması mı yaşıyorsun” diye. Yani düşünen bir insan böyle kötü bir sonuca varması için aklı o an için tutukluk yapmış, bu hatayı işlemiştir anlamında bunu kullanırız. Özellikle günümüz toplumunda bu terimi daha sık kullanmaya başladık. Neden? Çünkü hata işleyenler, büyük hatalar yapan, günah sevap, haram helal gibi ilkeleri olmayan tipler artıyor çevremizde. Oysaki bu kadar belirgin hataları bir hayvan bile yapmazken insan da yapıyorsa, burada bir tutulma olayı gerçekten vardır.  

Tutukluk aslında geçici bir durumdur. Silah tutulması veya  konuşurken tutukluk yapanlar bir süre sonra çözülüp normale dönerler. Ama akıl tutulması yaşayanların bu tutukluğu çoğu zaman hayatları boyunca devam etmektedir.  Buna akıl tutulması diyemeyiz sanırım. Bu belki akıl donması olarak düşünülebilir, ama donma da geçici bir durumdur. Donan nesne şartlar değiştiğinde çözülür ve donmadan kurtulurlar.  Dolayısıyla bu donma da değildir.

Ben bu tür akıllar için akıl kilitlenmesi teriminin daha uygun olacağı kanısındayım. Kilitlenme bazen bir olaya odaklanma anlamına gelir, odaklanmada başka şeyler odaklanan kişinin dikkatini çekmez. O bildiği doğrultusunda gider, sonucu kötü de olsa iyi de olsa razı olur. Diğer kilitlenme ise dışarıdan birinin kilitlemesiyle olursa, o kişi kilidi açmadıkça, akıl da kapalı kalır.

Bu benzetmelerden ve tanımlardan sonra şuna geleceğim. Toplumumuzda aklımızı kullanma melekemiz çoğu kere kendi elimizden alınmaktadır. İnsan bir karar verirken kendi birikimlerine göre karar veriri. Okumazsa, çevresiyle iletişimi zayıfsa, etkileyeceği veya etkileneceği insanlar yoksa birilerinin verdiği akıl, yönlendirmelere bağlı kalır. Bir süre sonra o bilgi aldığı kişinin akıl kilitlemesine maruz kalır. Kendi düşünemez, sürekli onu etkileyen, onu inandıran kişinin yönlendirmelerine maruz kalır. 

Yaşadığımız bu zamanda herkes kendi aklına çok güvense de, aslında kendi aklından ziyade başkasının etkisiyle hareket ettiğinin bile farkında değildir insan. Kuran-i Kerim’de yüce Allah birçok ayette düşünmeyi, akıl etmeyi önerir bize. Elbette insan her durumdan etkilenmeli, her durumu değerlendirmeli, ama sonunda kendi iradesini de kullanarak bir karar vermelidir. İstişare, danışma inancımızda önemli bir yer tutar.  Özellikle gençliğimiz büyükleri, öğretmenleri, işin ehliyle istişare ederek sonuca ulaşmaları kendi hayatlarına ciddi tecrübeler kazandırabilir. Bu açıdan girişken, diyalogcu olmak doğru sonuçlara ulaştırmada önemli bir nedendir. 

Hepimiz biliyoruz ki akıl nedeniyle her birimiz dünyada da ahirette de sorumluyuz. Aklı olmayana sorumluluk yüklenmiyor kanunlarımızda ve Allah-u Teâlâ’nın kanunlarında. Bu bakımdan yapıp ettiklerimize, konuştuklarımıza, yazdıklarımıza iyi bakmamız gerekiyor.  Düşünerek karar vermeliyiz, kimsenin gazına gelmemek gerek. Yarın kimseye mazeret sunmayız. Allah zaten kalpleri de bilendir.